
Muhammad Ali Asar,
Anqara Hoji Bayram Vali universiteti dotsenti, doktor
Annotatsiya. Abu Iso Muhammad ibn Iso Termiziy hijriy III asrning yetuk muhaddislaridan biridir. Rivoyatul hadis kitoblarining eng yaxshi namunalari yozilgan bu davrda Termiziy “Sunan” nomli mashhur asarini ham yozgan: “Kimki bu kitobni uyidan topsa, u yerda paygʻambar soʻzlaydi”, – degan eʼtirof Imom Termiziy “Sunan” asarining qadrini ochib beradi. Ilm-fan tarixi davomida yozilgan asarlar oʻzlari yashayotgan davrning siyosiy, iqtisodiy, ijtimoiy, diniy va madaniy tuzilishi taʼsirida boʻlgan. Hadis manbalari ham ana shu qoida doirasida shakllangan. Shu nuqtayi nazardan qaraganda, davrning munozarali masalalari hadis asarlarida qizgʻin muhokama qilingan, ularning aksariyati hijriy III asrdan keyin yozilgan va tasniflangan. Bu davrdagi munozaralar Abbosiylar davlati taʼsirida Moʻtazilani rasmiy mazhab deb eʼlon qilib, boshqa mazhablarga qarshi pozitsiyani egallagan holda eʼtiqod, Allohning sifatlari va taqdiri kabi ilohiyot masalalariga qaratildi. Hijriy III asrda ahli hadisning muhimnamoyandalaridan biri boʻlgan Termiziy ham ilohiyot maktablarining “taqdir” mavzusidagi ahli hadis eʼtiqodiga zid boʻlgan qarashlariga befarq qolmagan. Bu masala borasida u oʻzining “Sunan” nomli asarining bob va mavzulari hamda ushbu sarlavhalar ostiga qoʻygan hadislari bilan oʻz fikrlarini bayon qilgan.
Kalit soʻzlar: hadis, Termiziy, sunan, taqdir, tasavvur.
EBÛ ÎSÂ MUHAMMED et-TİRMİZÎʻNİN KADER ANLAYIŞI
Muhammet Ali Asar,
Doç., Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Bugün Özbekistan sınırları içinde bulunan Tirmizʻde 209/824 yılında doğan Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ et-Tirmizî hicrî 3. asrın önde gelen hadis âlimlerindendir. Rivâyetüʻl-hadis kitaplarının en güzel örneklerinin verildiği bu dönemde Tirmizî de Sünen adıyla şöhret bulan eserini kaleme almış “Kimin evinde bu kitap bulunursa orada konuşmakta olan peygamber vardır.” diyerek eserinin değerini ortaya koymuştur. İlim tarihi boyunca telif edilen eserler, içinde bulundukları çağın siyasi, iktisadi, içtimai, dinî ve kültürel yapısından etkilenmiştir. Hadis kaynakları da bu temel yargının yörüngesinde teşekkül etmiştir. Bu bağlamda ekseriyeti hicrî üçüncü asırda telif ve tasnif edilen hadis eserlerinde dönemin tartışma konularının yoğun olarak işlendiği görülmektedir. Bu dönemdeki tartışmalar Abbasî devletinin Muʻtezileʻyi resmi mezhep ilan edip diğer düşünce ekollerine karşı tavır takınmasının da etkisiyle iman, Allahʻın sıfatları, kader gibi itikâdî konularda temerküz etmiştir. Hicrî üçüncü asırda ehl-i hadisin önemli temsilcilerinden biri olan Tirmizî, itikâdî ekollerin “kader” konusunda ehl-i hadis inanç sistemine muhalif olan görüşlerine bigâne kalmamış, Sünen adlı eserinin bölüm ve konu başlıklarında ve bu başlıklar altına yerleştirdiği hadislerle kendi düşüncelerini ortaya koymuştur. O, aynı zamanda muhalif fırkaların “kader” konusundaki görüşlerini çürütmeyi de hedeflemiştir. Bu maksatla eserindeki bölümlerden birini “kader” olarak isimlendirmiş, on dokuz konu başlığı altında yirmi beş hadisle konuyu işlemiştir.
Bu tebliğde, Tirmizîʻye kadar olan tarihsel süreçte konulu hadis eserlerindeki kader konusu incelenmekte, Tirmizîʻnin kader anlayışı ortaya konulmakta; ona göre kaderin mahiyeti, takdir tedbir ilişkisi bağlamında kader, iman-küfür açısından kader, kader-yaratma ilişkisi, kader konusunu tartışmanın imkânı ve kader konusundaki muhalif fırkalar gibi konular incelenmektedir. Bu çerçevede şu somut sorulara cevap aranmaktadır: “Tirmizîʻnin kader anlayışının teşekkülünde etkenolan faktörler nelerdir?”, “Tirmizîʻnin kader anlayışının temel parametreleri nelerdir?”, “Tirmizî kader konusunda muhalefetinin merkezine hangi fırkayı ve görüşü yerleştirmektedir?” Tirmizî, kaderi ispat, insanın fiillerini Allahʻın yaratması, kadere iman, kader konusunda tartışma gibi konu özelindeki temel meselelerde ehl-i hadisin klasik yaklaşımını benimsemekte, kader karşıtlarına ya da muhaliflerine rivayetleri kullanarak cevaplar vermektedir. Kader anlayışının teşekkülünde ve muhaliflerle polemiklerinde hocası Buhârîʻnin etkisi görülmekte; kimi zaman muhalifleri aleyhindeki iddialarını desteklemek için zayıf hadisler kullanabilmektedir.
Anahtar kelimeler: Hadis, Tirmizî, Sünen, Kader, Tasavvur.
Abstract. Abu Isâ Muhammad b. Isâ al- (209/824) was a leading hadith scholar of the 3rd century. Born in Termez, which is today within the borders of Uzbekistan, al-Tirmidhi is regarded as one of the most significant figures in the field of hadith studies. During this period, when the most exemplary collections of narrated hadith were being produced, al-Tirmidhi authored his own work, which became renowned as Sunan. He underscored the significance of his work by stating, “Whoever possesses this book within their household has the prophet himself speaking through it.” Throughout the history of science, the works compiled have been shaped by the prevailing political, economic, social, religious, and cultural structures of the era in which they were created. Similarly, hadith sources were also shaped by this fundamental assessment. In this context, it is evident that the hadith works, the majority of which were composed and classified during the third century of the Hijri era, addressed a multitude of contentious issues that were prevalent during that period. Theological debates during this period focused on matters of faith, the attributes of God, and the nature of fate, largely due to the Abbasid stateʻs declaration of the Muʻtazila school of thought as the official sect and its stance on other schools of philosophical and theological inquiry. Tirmidhi, one of the most prominent representatives of Ahl al-Hadith in the third century of the Hijri, was not indifferent to the theological discourse surrounding the concept of “fate.” He articulated his perspective through the hadiths he included in his Sunan, organizing them under specific headings. Additionally, he sought to challenge the perspectives of those who held opposing views on the subject of
“fate.” To this end, he designated one of the chapters in his work as “Fate” and addressed the topic with twenty-five hadiths organized into nineteen sections.
This paper examines the subject of fate in the hadith, exploring the historical development of this concept up until the time of al-Tirmidhi. It elucidates al- Tirmidhiʻs understanding of fate and delves into the nature of fate as perceived by him. The following topics are examined in relation to the concept of fate: the relationship between providence and fate, the role of fate in the context of faith and disbelief, the relationship between fate and creation, the possibility of discussing the subject of fate, and the opposing factions on the subject of fate. In this framework, the following concrete questions are addressed: “What factors influenced the formation of al-Tirmidhiʻs understanding of fate?”; “What are al- Tirmidhiʻs basic parameters regarding his understanding of fate?”; “Which sect and view does al-Tirmidhi place at the center of his opposition to fate?” Tirmidhi employs the conventional hadith methodology to address pivotal topics such as the evidence for fate, the role of divine providence in human actions, belief in predestination, and the ongoing debates surrounding these issues. In response to those who challenge the concept of fate, he draws upon a range of narrations. The influence of his mentor, al-Bukhārī, is evident in the evolution of his perspective on fate and in his engagement with his critics. At times, he utilizes weak hadiths to reinforce his arguments against his opponents.
Keywords: Hadith, Tirmidhi, Sunan, Destiny, Conception. Giriş
Başlangıçta Arap yarımadasında siyasi ve sosyal açıdan olduğu kadar kültürel yönden de homojen bir çevrede yapılanan İslam, coğrafi genişlemenin doğal bir sonucu olarak farklı ve köklü kültürlerle karşılaşmıştır. Bu kültürlerin mensubu olan insanlardan önemli bir kısmı gönülden İslamʻı kabul ederken, diğerleri farklı nedenlerle Müslüman isminin çatısı altında yerini almış, her ne amaçla olursa olsun İslamʻın başlangıçtaki homojen yapı tebdile maruz kalmıştır. Bu değişimin yanı sıra Yunan medeniyetine ait eserlerin Arapçaya tercüme edilmesine bağlı olarak kültürel etkileşim hızlanmış dini meseleleri aklî metotla izah etmeye dönük bir çaba ortaya çıkmış hatta bu çaba düşünce hayatına hâkim olmuştur. Neticede din ve felsefenin temel tartışma alanlarından olan kader konusu özelinde Kaderiyye ve Cebriyye gibi iki uç fırka zuhur etmiş, buna ek olarak siyasi kavgaların içerisinde cereyan eden hakem olayını reddederek bu olayın tüm taraflarının büyük günah işlediğini iddia eden, büyük günah işleyenin de kâfir olduğunu beyan eden Hâricîye fırkası ortaya çıkmıştır. Büyük günah işleyenin durumunu Allahʻa havale eden Mürcie ve el-Menzile beyneʻl-menzileteyn görüşüyle ona fısk konumunu uygun gören Muʻtezile rivâyetüʻl-hadis eserlerinin teşekkül ettiği dönemin ana akım itikâdî hareketlerini temsil etmektedir. Özellikle hicrî üçüncü asrın başlarından ortalarına kadar süren mihne sürecinde siyasi otoritenin desteğiyle Muʻtezile egemen görüşü temsil etmiştir. Mihne sonrasında siyasi otoritenin tavrını değiştirmesi, hadisçileri taltif etmesi onlar için hadis meclisleri kurması ve sünnete dayalı düşünce sistemini benimsemesi neticesinde Ehl-i hadis Muʻtezileʻnin tahribatını bertaraf etmek istemiştir. Bunun için iman, sünne, red, itisam başlığı altında eserler kaleme alınmış, aynı zamanda konulu hadis eserlerinde bu meselelere dair bölümler oluşturulmuştur.385
İlim tarihi boyunca telif edilen eserler, içinde bulundukları çağın siyasi, iktisadi, ictimai, dini ve kültürel yapısından soyutlanamaz. Hadis koleksiyonları da bu temel yargının yörüngesinde teşekkül etmiş eserlerden vücuda gelmiştir. Yani hadis müellefatı içinde bulundukları ortamdan bağımsız olarak oluşmuş değildir. Bu bağlamda düşünüldüğünde; tehlikeli düzeyde gelişim gösteren, dini asılları ve değerleri manipüle eden bidʻatleri ortadan kaldırmak, sünneti korumak, onu ihya etmek ve sünnete muhalif olan fırkaların görüşenlerini bertaraf etmek ehl-i hadis tarafından telif edilen eserlerin amaçları arasında yer almaktadır.386 Bu bağlamda ehl-i hadis telif ettikleri hadis kaynaklarının gerek bölüm/kitâb gerekse konu/bâb başlıklarında ve onların altına yerleştirdikleri rivayetlerde ilmî ve fikrî yaklaşımlarını da ortaya koymaktadır. Bu çerçevede tasnif döneminin en çok tartışılan iman, kader, halkuʻl-Kurʻan, rüʻyetullah, şefaat ve sahâbenin fazileti gibi itikâdî konuların Ehl-i hadisin oluşturduğu rivâyetüʻl-hadis eserlerinde bölüm ya da konu başlığı olarak yer aldığı görülmektedir. Ehl-i hadis gerek kendi tezlerini güçlendirerek muhafaza etmek gerekse karşıtlarının görüşlerini zaafa uğratmak için eserlerinde bu konu ya da bölüm başlıklarına yer vermiştir.
Nitekim günümüze ulaşan en eski konulu eserlerden birisi olan Maʻmer b. Râşidʻin (öl. 153/770) Câmiʻindeki kader, iman ve İslam konusu387 Kaderiyye ile Mürcieʻye; Mâlik b. Enesʻin (öl. 179/795) Muvattâʻındaki kader konusu Kaderiyyeʻye karşı bir cevap niteliğindedir.388
Bu tebliğde, Tirmizîʻye kadar olan tarihsel süreçte konulu hadis eserlerindeki kader konusu incelenmekte, Tirmizîʻnin kader anlayışı ortaya konulmakta; ona göre kaderin mahiyeti, takdir tedbir ilişkisi bağlamında kader, iman-küfür açısından kader, kader-yaratma ilişkisi, kader konusunu tartışmanın imkânı ve kader konusundaki muhalif fırkalar gibi konular irdelenmektedir.
- Tirmizî Öncesi Konulu Hadis Eserlerinde Kader
İslam dünyasında hilafet devrinin sonlarına doğru Müslümanlar arasında kader ve kaza tartışmaları baş göstermeye başladı. Söz konusu tartışmalarda taraflardan bir kısmı kaderin varlığını savunmak adına aşırıya kaçıp, insanın tüm fiil ve hareketlerinde cüzʻi de olsa iradesini reddetti. Kulun yaptığı her şeyde mecburiyetini savundu. Bu grup Cebriyye diye isimlendirildi. Buna mukabil diğer grup Allahʻın iradesi dışında insanın müstakil iradesinden bahsederek insanın Allahʻtan bağımsız iradesini ispat etmeye çalıştı. Bu gruba daha sonra Kaderiyye denildi.389 Kaderiyyeʻnin bu görüşü Muʻtezileʻnin beş esası içerisinde yer aldığı ve bu görüşü sonraki nesillere onlar taşıdığı için ehl-i hadis zaman zaman Muʻtezileʻden de Kaderiyye diye bahsetmektedir.390 Buna mukabil ehl-i hadis hayır ve şerrin hepsinin Allahʻtan geldiğini; her şeyin Allahʻın ilmi dâhilinde gerçekleştiğini; kulların iyi ya da kötü fiillerinin tamamını Allahʻın yarattığını, kulun yaratmaya muktedir olmadığını beyan etti.391
Ehl-i hadis erken dönemlerde kader konusundaki tartışmalara katılmama temel prensiplerine rağmen önceleri risale ve cüzlerde daha sonra da hadis koleksiyonlarında bölüm ve konu başlığı tahsis etmek suretiyle tartışmaya dahil oldu. Bu minvalde kader konusunda ilk risale yazdığı bilinen kişi ehl-i hadis çevrelerince muteber kabul edilen meşhur âlim Hasan-ı Basrîʻdir (öl. 110/728). Ondan sonra da ehl-i hadis mensupları bu konuda eserler neşretmiş, hadis koleksiyonlarında bu konuya yer vermişlerdir.392 Hadisçilerin bu konuya ilgisi günümüze kadar devam etmiştir. En son hadisçilerin geniş katılımıyla telif edilen Hadislerle İslam adlı eserde de bunu görmek mümkündür.393
Konulu hadis eserlerinde kader mevzuunu işleyen ilk hadisçi Maʻmer b. Râşidʻtir. O “Kader konusu” adını verdiği bölümde merfû, mevkûf ve maktû nitelikli kırk habere yer vermiştir. Bunlar genellikle ehl-i hadisin kader nazariyesine delil teşkil eden rivayetlerdir. Bu rivayetler; her şeyin Allah tarafından önceden takdir edildiği;394 doğan çocukların kız mı erkek mi, saîd mi şakî mi olacağı;395 Adem (a.s.) ile Musaʻnın (a.s.) muhaveresi;396 cennetliklerin ve cehennemliklerin belli olması;397 kader konusunda konuşmaktan ve tartışmaktan kaçınmak;398 müşrik çocuklarının durumu399 gibi konuları muhtevidir. Maʻmer kaderi yalanlayan ya da inkâr edenin Kurʻanʻı yalanladığını ya da inkâr ettiğini bildiren bir haber de nakletmiştir.400 Bu nakilden kendilerinin inandığı gibi bir kader akidesini kastettiği bellidir. Diğer taraftan böylesi haberlerle kendi görüşlerini Kurʻanʻa ya da Hz. Peygamberʻe dayandırarak meşruiyetini güçlendirme çabası da söz konudur.
Erken dönem kaynaklar içerisinde “kader” konusuna müstakil bölüm ayıran müelliflerden biri İmam Mâlikʻtir. O, “kader” bölümünde iki konu başlığı altında on bir habere yer vermiştir. Onun görüşlerini göstermesi açısından koyduğu bâb başlıkları önemlidir. Bunlara “Kader hakkında konuşmanın/tartışmanın yasaklanması”401 ve “Kaderiyye hakkındaki haberler”402 şeklindedir. İlk konu başlığı altında Hz. Adem ile Hz. Musa arasındaki kader temelli muhavereye yer verilmekte ve Hz. Ademʻin dilinden kendisi yaratılmadan önce hakkında takdir edilen şeyleri yaşadığı ve bundan dolayı da kınanmaması gerektiği anlatılmaktadır. Tabi burada insanın doğmadan önce kaderinin yazıldığı ve herkesin o kadere göre yaşadığı vurgusu yapılmaktadır. Sonra Hz. Ömerʻden cennet için yaratılanlar ve cehennem için yaratılanların belli olduğuna dair rivayet nakledilmektedir. Ancak bu rivayette cennet için yaratılanların cennetliklerin amelini yapacağı, cehennem için yaratılanların cehennemliklerin amelini yapacağı belirtilmektedir. Bu iki rivayette de kaderi inkâr eden ya da kulun kendi fiilini kendisinin yarattığını iddia eden Kaderiyye ve Muʻtezileʻye itiraz vardır. Diğer taraftan kader konusunda tartışmaktan geri durmayan bu iki ekole bâb başlığı ile aslında mesaj verilmektedir. İmam Mâlikʻin burada “Size iki emanet bırakıyorum. Ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmayacaksınız. O iki emanet Kurʻan ve sünnettir.” şeklindeki rivayete yer vermesi tamamen Kaderiyyeʻye mesaj niteliğindedir.403 Çünkü kendi savunduğu inancın sünnete uygun olduğunu, bu konuda tartışmadan kaçınmanın da sünnet olduğunu bu iki şeklin dışında herhangi bir tavır gösterenlerin dalalette olduğu vurgusu yapmaktadır.404 Mâlik sünnet vurgusuyla aynı zamanda, “biz sadece Kurʻanʻın hükümleriyle amel ederiz” diyen Kaderiyyeʻyi hedef almaktadır.405
İmam Mâlikʻin amcası Süheyl b. Mâlik der ki, “Ömer b. Abdülazîz ile yürüyorken bana ʻKaderiyye hakkındaki görüşün nedir?ʻ diye sordu. Ben de ʻonları tövbeye davet edin, tövbe etmezlerse kılıçtan geçirin.ʻ dedim. Bunun üzerine o da ʻbenim görüşüm de böyledir.” dedi. İmam Mâlik, kendi görüşünün de bu şekilde olduğunu ifade etmektedir.406 Ancak burada Kaderîlerin öldürülme sebebi kâfir oldukları için değil, bidʻati önlemek ve fesadı uzaklaştırmak içindir.407 Mâlikʻten bunların şahitliklerinin kabul edilmeyeceği, arkalarında namaz kılınmayacağı, onlara selam verilmeyeceğine dair haberler de nakledilmektedir.408 Buna benzer haberler hadis koleksiyonlarında yerini almıştır. Bu haberlerden en meşhuru
“Kaderiyye bu ümmetin Mecusileridir. Hastalandıklarında ziyaret etmeyin; öldüklerinde cenazelerine katılmayın.”409 şeklindedir. Bu rivayet yaklaşık beş sahâbî tarafından nakledilmiştir. Kaderiyye ve Mürcie hakkında hadis kaynaklarında yer alan haberleri sıhhat açısından tetkik eden Yavuz Köktaş bu rivayetle ilgili şu tespitte bulunmaktadır: “Bu rivayetin sened açısından ihticaca uygun olmadığı söylenebilir. İbnüʻl-Cevzî (öl. 597/1201) ve el-Kazvînî (öl. 745/1344) bu rivayeti eserlerine alarak mevzu olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Günümüz araştırmacıları da hadiste bulunan taʻndan dolayı hadisin kabul edilemeyeceğini belirtmişlerdir.”410
Buhârî ise eserinde kader bölümünü on altı konu başlığı altında yirmi altı rivayet ile işlemektedir. İlk konu başlığı kaderdir. İlk konunun ilk hadisi ise ehl-i hadis ile Muʻtezileʻnin farklı bakış açılarını yansıtan Abdullah b. Mesûd rivayetidir. Rivayette anne karnında iken insanın rızkı, eceli, şakî mi saîd mi olacağının belli olduğu zikredilir.411 Muʻtezile bu rivayete şiddetle karşı çıkmakta Muʻtezileʻnin kurucularından sayılan Amr b. Ubeyd (öl. 145/762) bu hadisi şiddetle tenkit etmekte ve şu aşırı değerlendirmeyi yapmaktadır: “Eğer bu hadisi el-Âmeşʻten duysaydım onun yalancı olduğunu söylerdim. Zeyd b. Vehb söylerken işitseydim onu tasdik etmezdim. Abdullah b. Mesûd söylerken işitseydim kabul etmezdim. Hz. Peygamber söylerken işitseydim reddederdim. Allahʻın böyle söylediğini işitseydim bizden bu esas üzerine misak/söz almadın derdim.”412 Yine Muʻtezileʻnin önde gelenlerinden Nazzâm (öl. 231/845) bu hadisi naklettiği için İbn Mesûdʻu tenkit etmektedir. O bir mesele hakkında İbn Mesûdʻun “Bu konuda ben kendi görüşümü söylüyorum. Hata ise benden kaynaklıdır, doğru ise Allahʻtandır.” dediğini nakletmiş ve şöyle demiştir: “İşte bu tam anlamıyla zan ile hüküm vermektir. İbn Mesûd aklını fetva ile meşgul edeceğine şaki niçin şaki oluyor, saîd niçin saîd oluyor üzerine düşünseydi, Allah adına bu kadar çirkin bir şey söylemez, hatası da bu kadar büyük olmazdı ve bu onun için daha iyi olurdu.”
413
Buhârî ikinci bâb başlığını, “Allahʻın ilmi ile yazan kalemin mürekkebi kurudu” şeklinde koymuştur. Buhârî bu başlıkla Allahʻın ilmiyle kıyamete kadar olacak her şeyi takdir ettiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda Kaderiyyeʻnin insan fiillerinin veya insanın akıbetinin önceden yazılmasının ona zulüm olduğuna dair görüşünü reddetmektedir.414 Böylece o Kaderiyyeʻnin görüşünün karşısına sünnetle çıkmaktadır.415 Rivayette kulun amel etmesinin gerekliliği ile de Cebriyyeʻye reddiyede bulunmaktadır. “Allah, onların ne yapacaklarını en iyi bilendir.” bâb başlığıyla Buhârî, “Allah kulların ne yapacağını, kullar o eylemi gerçekleştirmediği müddetçe bilemez.” şeklindeki görüşe sahip olan Cehmiyyeʻye cevap vermektedir.416
Buhârî, “Allahʻın emri takdir edilmiş bir kaderdir” ayetini bâb başlığı yapmıştır.417 Başlık altında Allahʻın kişinin cennet ve cehennemdeki yerine varıncaya kadar her şeyi takdir ettiğini, takdir edilen her şeyin bir fazla ve eksik olmadan zamanında vuku bulacağını belirten hadislere yer vermiş, özellikle son hadiste kişinin amel etmesinin gerekliliğine de işaret etmiştir. Böylece kulun fillerinde cebr teorisini savunan Cebriyyeʻye teysir teorisiyle cevap vermiştir. Yani insanların fiillerini cebren/zorla değil kolaylıkla gerçekleştirdiğini belirtmiştir.418
Diğer taraftan bu başlık ve altında tadat edilen rivayetlerin kaderi ispat ve Kaderiyyeʻnin kaderi kabul etmeyen görüşlerine red gayesi taşıdığı açıktır.419
“Ameller sonlarına göre karşılık bulur” bâb başlığı ile de ilahi takdire işaret edilmektedir. “Şüphesiz bir kul, cehennem ehlinin amelini işler hâlbuki o cennet ehlindendir. Yine bir kul cennet ehlinin amelini işler ama cehennemlik olur. Ameller ancak sonuna göre değerlendirilir.” rivayeti420 ile de kişi kendi fiillerinin yaratıcısıdır teorisinin savunucusu Kaderiyyeʻye karşı kati bir delil kullanmaktadır.421
Kader bölümündeki altıncı konu başlığı “Allahʻtan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.” şeklindedir. Bu konu başlığında Kaderiyyeʻye apaçık bir reddiye söz konusudur. Çünkü başlığın manasında kulun bir güç ve kuvvetinin olmadığı; güç ve kuvvet sahibinin yalnızca Allah olduğu; kulun iyilikleri ya da kötülükleri işlemeye muktedir olmasına imkân veren güç ve kabiliyetleri de Allahʻın yarattığı belirtilmektedir.422 Böylece kulların fillerinin Allahʻın takdiriyle gerçekleştiği ortaya konmaktadır.423
“Hz. Adem ile Musaʻnın Allahʻın huzurunda birbiriyle deliller getirerek tartışması” şeklindeki konu başlığı424 Kaderiyye ve Cebriyyeʻye reddiye niteliğinde tasarlanmıştır. Çünkü Kaderiyye Hz. Musaʻnın “Sen bizi perişan eden ve cennetten çıkaran Ademʻsin” sözünü kulların kendi fiillerinin yaratıcısı olduğuna delil getirmiştir. Cebriyye de Hz. Ademʻin “Beni benden önce benim adıma takdir edilmiş bir şeyden dolayı mı kınıyorsun” sözünü cebr teorisinin delili olarak sunmuştur.425 Buhârî ise bu rivayetle kaderin ispatını ve kulların amellerinin kader çerçevesinde Allahʻın ezeli ilmi dâhilinde vuku bulduğunu vurgulamak istemektedir.426
Buhârî kader bölümünün son konusuna başlık olarak el-Ârâf suresi 43ʻüncü Ayetteki şu kısmı tercih etmiştir: “Allah bize hidayet etmeseydi doğru yolu bulmazdık.”427 Bu başlıkla Buhârî, Muʻtezileʻnin hidayet anlayışını reddetmektedir. Muʻtezileʻye göre hidayet Allahʻın doğru yolu göstermesidir. Bu mümine de kâfire de gösterilir. Mümin hidayeti tercih etmek suretiyle doğru yola ve nihayetinde cennete ulaşır. Kâfir ve fasık kişi ise bu yönde bir tercihte bulunmayarak cehenneme gider. Dolayısıyla Allah hem müminlere hem de kâfirlere hidayet etmiştir. Ama kâfirler hidayeti tercih etmemiştir.428 Buhârîʻye göre hidayeti de dalaleti de yaratan yalnız Allahʻtır.429
Buhârî kader konusunda ehl-i hadisin genel kabulleri doğrultusunda hareket etmiş, ayet, hadis ve sahâbe kavilleriyle görüşlerini desteklemiştir. Ancak o, Kaderiyye gibi muhalif çevreleri küfürle itham eden, onları İslamʻın dışında görerek ötekileştiren ya da onları lanetleyen haberlere Sahîhʻte yer vermemiştir. Bu durum ilgili haberlerin sıhhat şartları açısından eserinde yer alamayacak nitelikte olması ya da Buhârîʻnin bu üslubu benimsememesiyle ilgili olabilir. Ancak onun Halku efʻâliʻl-ʻibâd adlı eserine bakıldığında muhalif çevreler için ötekileştirici bir dil kullandığı müşahede edilmektedir. Bu eserde o, Cehmiyyeʻnin kâfir olduğuna; Allahʻın lanetinin Yahudi veya Hristiyan olan Bişr el-Merîsîʻnin üzerine olması gerektiğine dair haberler nakletmektedir.430 Buhârîʻye göre; kader Allahʻın eşyayı yaratmadan önce bilmesi, takdir etmesi, her şeyin bu takdir çerçevesinde gerçekleşmesi, Allahʻın bilgisinde bir değişiklik olmamasıdır. İnsan fillerini yaratamaz. Her şeyi yarattığı gibi insanın fillerini de yaratan Allahʻtır. Hayır da şer de Allahʻtandır. Hayrı yaratanın Allah olduğu gibi şeri yaratan da Oʻdur. Hidayeti ve dalaleti de yaratan yalnız Allahʻtır.431
Müslimʻin Sahîh adlı eserindeki kader bölümünün de ehl-i hadisin kader teorisi üzerine inşa edildiği ve Kaderiyye, Muʻtezile, Cebriyye gibi muhalif fırkalarla tartışmalarda delil olarak kullanılan otuz dört rivayete yer verildiği görülmektedir.432
Ebû Dâvûd Sünen adlı eserinde kader konusuna müstakil bir bölüm ayırmamakla birlikte itikâdî tartışmalara ve ehl-i hadisin itikâdî görüşlerine yer verdiği sünne bölümünde kader konusuna bir konu başlığı ayırmıştır. O, bâb başlığını “kader” olarak koysa da ilk iki rivayet doğrudan Kaderiyyeʻyi hedef almaktadır ve rivayetler Kaderîleri Mecusilerle bir tutmaktadır. O rivayetlerden ikincisi şöyledir: “Her ümmetin bir Mecusisi vardır. Bu ümmetin Mecusisi de kader yoktur, diyenlerdir. Onlardan kim ölürse cenazelerinde bulunmayın, onlardan kim hastalanırsa onu ziyaret etmeyin. Çünkü onlar deccalin ordularıdır. Allah onları deccalin ordusuna katacaktır.”433 Bu rivayetlerde Kaderîlerin Mecusilere benzetilme sebebi şöyle izah edilmektedir. Mecusiler yaratıcının birden fazla olduğunu söylemektedir. Kaderi inkâr edip kulun kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu iddia edenler de bir nevi birden çok yaratıcının varlığını kabul etmektedirler.434 Bu sebeptendir ki ehl-i hadisin akaide dair kaynaklarında Kaderîlere dair birkaç söz söylenecek olsa mutlaka biri Mecusilerle ilgilidir. Ancak ne var ki bu gruplarla ilgili söz konusu rivayetler makbul değildir. İçlerinde şiddetli zayıf, münker ve mevzular vardır.435
Kütüb-i sittenin son halkasını İbn Mʻaceʻnin sünenʻi oluşturmaktadır. Onun eserinin mukaddimesinde özel başlık açtığı meselelerden biri kaderdir. O, kader konusuna ehl-i hadisin geleneğini sürdürerek Abdullah b. Mesûdʻdan nakledilen ve insanın anne karnında geçirdiği aşamaları ve onun müstakbel yazgısını anlatan ve kaderi ispat eden rivayetle başlamaktadır.436 İbn Mâce öncelikle kaderin varlığını ispat eden rivayetlere; peşinden kader konusunda konuşmanın ve tartışmanın kerahetine; kaderin iman esaslarından olduğuna; insanın fiillerini de Allahʻın yarattığına; kader inancı içerisinde amelin önemine dair ayet, merfû hadis, mevkûf ve maktû haberlere yer vermektedir.
- Tirmizîʻnin Kader Anlayışı
Tirmizî döneminde ehl-i hadise muhalefet eden çevrelerin başında Muʻtezile gelmekteydi. Onların kader konusundaki yaklaşımları insanın iradesinin hürriyeti üzerine kuruludur. Muʻtezileʻye göre; insan hürdür ve fiilini Allahʻın kendisine verdiği yaratma kudretiyle yaratır. Bu fillerin yaratılmasında Allahʻın müdahalesi yoktur. Eğer bu filleri hür iradesiyle seçip yaratan kul değil de Allah olsaydı, kulun o fiilden dolayı ceza görmesi zulüm olurdu. Elbette Muʻtezile fiilin oluşumunda insan iradesi, hürriyeti ve kudretine vurgu yaparken belli başlı ayetlere dayanmıştır. Muʻtezile ve Kaderiyeʻnin görüşünü “Kul fiilinin halıkıdır. Bu fiillerin Allahʻın yaratması ile ilgisi yoktur.” şeklinde özetlemek mümkündür. Tirmizî eserinde kader bölümünü bahsi geçen temel düşüncenin karşıtlığı üzerine kurmuş kader mevzuunu on dokuz konu başlığı altında yer verdiği yirmi dört rivayetle inşa etmiştir.
- Kadere Tirmizîʻye göre kader öncelikle imanın konusudur ve mümin olma gereklerinden biri kadere imandır. Bu bağlamda o, “Hayrı ve şerriyle kadere iman hakkında gelen haberler” başlığını koymuş ve bu başlık altına kadere iman edilmesinin gereğini vurgulayan iki rivayete yer vermiştir.437 Bu rivayetlerden birincisinde kulun hayır ve şerrin Allahʻtan olduğuna şüphesiz inanmadıkça gerçek manada iman etmeyeceği; diğerinde ise: Kişinin Allahʻtan başka hiçbir ilah olmadığına, Hz. Muhammedʻin Allahʻın elçisi olup hak ile gönderildiğine, öldükten sonra dirilmeye ve kadere iman etmedikçe mümin olmayacağı belirtilmektedir.438 Müslimʻin Sahîhʻinde geçen Hz. Ömerʻden menkul benzer bir rivayette de Hz. Peygamber imanı “İman; Allahʻa, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” şeklinde tarif etmektedir.439 Her iki haberde de Allahʻa, peygambere, ahirete ve kadere iman, iman esasları arasında zikredilmektedir. Kadere inanmayı imanın temel unsurları arasında sayan bu hadis, müminin zihnini, yaratılışta geçerli olan aşkın kaderin sahibi olan kudretin ceza gününün de sahibi olduğu, yaratılıştan hesap gününe kadar hayır ve şer niteliğinde vücut bulan hiçbir şeyin bu iradeden bağımsız olmayacağı noktasına teksif etmektedir.
Tirmizîʻnin kader bölümünde “Bulaşıcılık ve uğursuzluğun olmadığı hakkında gelen haberler” şeklinde bir konu başlığı440 açmasının sebebi her şeyin yaratıcısının ve müsebbibinin Allah olduğu inancını ispata ve aksi düşünce ve fikirleri redde matuftur.441 Bundan dolayıdır ki kendisi bu başlık altına yerleştirdiği rivayette Hz. Peygamberʻe nispet edilen “Peki ilk deveyi uyuz yapan kimdir? Bulaşıcılık ve uğursuzluk diye bir şey yoktur. Allah her canlıyı yaratmış onun hayatını rızkını ve başına geleceklerini de takdir etmiştir.” şeklindeki hadise yer vermiştir. Böylece o kâinatta hiçbir şeyin kendiliğinden olamayacağını her şeyin var olmak için Allahʻa muhtaç olduğunu ve her şeyi yaratanın da Allah olduğunu takdir yetkisinin sadece Oʻnda bulunduğunu sarih ve somut bir şekilde beyan etmektedir.442
Tirmizî kadere imana özel bir başlık ayırırken kaderi inkâr edenlerin akıbetlerine dair bilgiler içeren rivayetleri ilgili bölüme almayı ihmal etmemiştir. O, başlık koymadığı bir konuda ilk hadis olarak Allahʻın ve tüm peygamberlerin lanetlediği altı grup insandan bahseden rivayeti tercih etmiştir. Burada Allahʻın kitabına ilave yapanların akabinde kaderi yalanlayanların zikredilmesi manidardır. Kitaba ilave yaparak dini ifsat edenlerle kaderi inkâr ederek yalanlayanlar peş peşe zikredilmiştir.443 Böylece her iki grubun dine verdiği zarar bir tutulmuştur. Bu rivayette kaderi yalanlayanlardan maksadın Allahʻın eşyayı önceden takdir etmediğini ve olacakları önceden bilmediğini iddia edeneler olduğu da belirtilmelidir.444
- Her Şey Bir Plana/Kadere Göre Yaratılmıştır
İnsanı aşan ve insanın müdahil olamadığı ve insanı kuşatan tabiat, evrenin işleyişi ya da insanın ailesi, ırkı, cinsiyeti gibi hususların ilâhî bir belirlemenin neticesi olduğu açıktır. İnsanı doğrudan etkileyen bu gibi hususlarda onun en küçük bir müdahalesi söz konusu değildir. İnsanın da bir parçası olduğu kâinatta hiçbir şeyin rasgele olmaması, insanın kavramakta güçlük çektiği kuşatıcı bir düzenin varlığı aşkın bir kaderi ihsas etmektedir. Bu minvalde Tirmizîʻnin kader bölümünde tahric ettiği şu rivayet dikkati caliptir. Buna göre “Allah önce kalemi yarattı ve yaz buyurdu. Kalem ne yazayım dedi. Allahʻta kaderi ve ebediyete kadar olup bitecek her şeyi yaz.” dedi.445 Tirmizî bir sonraki bâbta tercih ettiği “Allah; her şeyi ve herkesin kaderini gökler ve yeryüzü yaratılmadan elli bin sene önce yazıp takdir etmiştir.” şeklindeki rivayette de ilahi belirlemeye işaret etmektedir.446 İmam Malikʻin eserine aldığı benzer bir rivayette de her şeyin bir kadere (ölçü ve plan) göre olduğu vurgulanır.447 Bu tercihleriyle Tirmizî, her şeyin Allahʻın irade ve kudreti çerçevesinde vücut bulduğunu belirtmekte, kâinatın ilâhî bir planlamayla yaratıldığını ortaya koymakta ve mutlak irade ve güç sahibi bir Kudretin varlığını ispat etmeye çalışmaktadır.
Tirmizîʻnin ve diğer hadis alimlerinin tercih ederek eserlerinde tahric ettiği bu ve benzeri rivayetler “Gerçekten biz her şeyi bir kadere (plana, ölçüye) göre yarattık.” (Kamer, 54/49) ayetini beyan mahiyetindedir. Bu kelamıyla Yüce Allah; iyi kötü, acı tatlı, canlı cansız, faydalı faydasız her ne varsa her şeyin Allahʻın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile gerçekleştiği gerçeğini kullara bildirmektedir. İlim, kudret, irade ve hikmet sahibi bir yaratıcı tarafından yaratıldığı için evrende, kaos değil ölçü (kader), denge ve düzen hâkimdir. “O göğü yükseltti ve mizanı (denge) koydu”, (Rahmân, 55/7) “Rahmânʻın yaratmasında hiçbir düzensizlik ve kusur göremezsin.” (Mülk, 67/3) âyetleri de bu denge ve düzeni vurgulamaktadır. Evrenin işleyişi belli yasalar çerçevesinde gerçekleşmektedir. Her
şeyi yoktan var etme, sebepsiz yaratma kudretine sahip olan Allah, kâinatta vuku bulan şeyleri sebep sonuç ilişkisi içerisinde yaratmayı dilemiştir. Böylece akıl sahiplerinin yaratılıştaki hikmet ve gerçekleri daha rahat kavramasını murat etmiş olabilir.448
Tirmizî “Her doğan fıtrat üzere doğar” şeklinde bir konu başlığı tercih etmiş bu başlık altında kişinin anne babasının müdahalesiyle inancının değişeceğini bildiren haberlere yer vermiştir.449 Böylece inanca yapılan bu müdahalenin dahi ilahi plan çerçevesinde olduğunu göstermek istemiştir. Burada fıtratla “İslam” kastedilmiş,450 Müslüman doğan bir bireyi anne babanın Yahudi, Hristiyan veya müşrik yapacağı belirtilmiştir. Ancak bu değişimlerin tamamı ilahi kudretin ezeli bilgisi dâhilindedir. Bu bilgiye rağmen ilahi müdahalenin gerçekleşmemesini de Tirmizîʻnin inanç hürriyeti veya cüzi irade kapsamında değerlendirdiği varsayılabilir.
“Kişinin ölümü nerede yazılmışsa orada ölür” bâb başlığı ve altında tadat edilen rivayetlerle de her şeyin bir kadere göre yaratıldığı ispat edilmeye çalışılmıştır. Zira kişi orada değilse bile ölümünün gerçekleşeceği yerde kendisi için bir iş çıkarır ve oraya gider. Böylece ilahi takdir hâsıl olur. Aslında kişi kendi ameliyesiyle kendi kaderine gitmiştir.451
- Takdir Allahʻa Tedbir Kula Aittir
Tirmizî kader bölümünü Allahʻın ezeli ilmiyle olmuş ve olacak her şeyi bilmesi ve takdir etmesi ve kulun yapıp ettiklerinin de bu takdire göre şekilleneceği üzerine inşa etmiştir. Konu başlığı ve hadis seçimleriyle de bu takdirin kulu cebri bir anlayışla yönlendirmediği Allahʻın onun işleyeceği fiilleri ezeli ilmiyle bildiği için kaderini böyle takdir ettiğini vurgulamaktadır. Hicretin on yedinci senesinde Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ile Hz. Ömer arasındaki şu diyalog bu anlayışın somut bir göstergesidir. Ebû Ubeyde komutasındaki İslâm ordusu, Şamʻa gelen Hz. Ömer ile Suriye-Hicaz sınırında karşılaşır. Ebû Ubeyde, Şam civarında veba salgını olduğu haberini verir. Hz. Ömer durumu görüşmek üzere muhacir ve ensarı ayrı ayrı toplar ve onlarla istişarelerde bulunur. İstişareler neticesinde insanları veba tehlikesine atmama kararı alınır ve Hz. Ömer, Medineʻye geri dönülmesi emrini verir. Fakat ordu komutanı Ebû Ubeyde, bu durumu kendi kader inancıyla bağdaştırmamış olacak ki halifeye, “Allahʻın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer, “Evet, Allahʻın kaderinden yine Allahʻın kaderine kaçıyoruz.” diye cevap verir ve şöyle devam eder, “Develerini otlatmak için, biri verimli diğeri kıraç iki yamaçlı bir vadiye götürdüğünü farz et. Onları ister otu bol yerde ister çorak yerde otlat, sonuçta her iki yerde de Allahʻın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?” diye sorar. Bu sırada, daha önce bir işi için aralarından ayrılmış olan Abdurrahman b. Avf çıkagelir. Tartışmanın sebebini öğrenince, “Bu konuyla ilgili bende bir bilgi var.” diyerek Hz. Peygamberʻin şöyle buyurduğunu nakleder: “Bir yerde veba hastalığı olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Bir yerde de veba hastalığı çıkar da siz orada bulunursanız vebadan kaçarak oradan çıkmayın.” Kararının isabetli olduğu Resûlullahʻın hadisiyle de teyit edilince, Hz. Ömer Allahʻa hamdeder, orduya geri çekilme emri verip Medineʻye döner.452 Bu rivayette kader konusunda sahâbe arasındaki anlayış farklılıklarını görüyoruz. Bir tarafta tedbiri, tercihi anlamsız gören bir kader anlayışına sahip olanlar, diğer tarafta Hz. Ömerʻin öncülük ettiği, insanın tedbir ve tercihlerinin de kaderin bir parçası olduğunu düşünenler bulunmaktadır. Hz. Ömer buradaki tutumuyla, salgın ve bulaşıcı hastalıkları Allahʻın kaçınılmaz bir kaderi olarak gören anlayışın yanlış olduğunu savunmaktaydı. Aynı zamanda kaderin kuşatıcılığını ve bu kuşatıcılık içerisinde insanın tercih özgürlüğünü ve doğruyu bulma sorumluluğunu da hatırlatıyordu. Abdurrahman b. Avfʻın Hz. Ömerʻi teyit ederek naklettiği hadiste de Hz. Peygamber veba salgını esnasında tedbir alınmasını emretmekte ve dolaylı olarak bu hareketin tevekkül ve kader inancına aykırı olmadığını öğretmektedir.453
Tirmizî “Allah cennetlikleri ve cehennemlikleri bir kitapta yazmıştır” bâb başlığı altında kişinin cenneti de cehennemi de kendi yapıp ettiklerinin neticesinde elde ettiğini vurgulamaktadır. Elbette takdir Allahʻa aittir. Allah ezeli bilgisiyle her şeyi bilmektedir. Burada da kulun amelinin nasıl olacağını bildiği için takdiri ona göre yapmıştır. Nitekim “Rabbiniz kulların yapacakları her şeyi bildiğinden dolayı ona göre kaderlerini yazıp bitirmiştir.” şeklindeki rivayet de tedbir görevinin kula ait olduğunu belirtmektedir.454
“Saadet/mutluluk ve şekavet/bedbahtlık hakkında gelen haberler” konu başlığı ve bu başlık altında nakledilen rivayetler de insanın iyi veya kötüyü yapabilme kabiliyetine sahip olduğunu göstermektedir.455 Bu başlık altındaki rivayette Bir gün Hz. Ömer: Ey Allahʻın Rasûlü! Yapmakta olduğumuz işler yeni mi meydana geliyor? Yoksa önceden takdir edildi de biz onu şimdi mi yapıyoruz? Bu konuda ne dersiniz? Dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Ey Ömer önceden takdir edilmiş bir iş için çalışıp çabalıyoruz. Herkes kendisi için takdir edilen işi kolaylıkla başaracaktır. Ne var ki; mutluluk ehlinden olan şüphesiz mutluluk için çalışıp çabalayacaktır, Bedbaht yani mutsuz olanlar ise mutsuzluk için çalışıp çabalayacaktır.”
Tirmizîʻnin tercih ettiği diğer rivayette de herkesin gideceği yerin cennet mi cehennem mi olduğu ile said veya şaki olacağının belli olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamberʻden bunu duyan sahâbîler “O halde işi oluruna bırakıp Allahʻa tevekkül mü edelim? deyince Hz. Peygamber: Hayır çalışıp çabalayın herkes niçin yaratılmışsa o iş kendisine kolaylaştırılmıştır.” buyurmuştur.456 Hadiste zikri geçen
“saadet” ve “şekâvet” tâbirleri Câhiliye Arapları tarafından mutluluk ve mutsuzluğu şans ve talihe bağlayan bir anlayışla kullanılıyordu. Şans ve şansızlığı da kuşların ve yıldızların hareketlerine göre belirliyorlardı. Hz. Peygamber bu sözüyle, mutluluğu ve bedbahtlığı Allahʻın kudreti dışında birtakım sebeplere bağlayan Arapların yanlış algılarını düzeltmektedir. Aynı zamanda şans ve talihe konu ettikleri durumun dünyevî hayatla sınırlı olmadığını, asıl mutluluk ve bedbahtlığın âhirette söz konusu olduğuna dikkatleri çekmiş, her şeyde olduğu gibi mutluluk ve bedbahtlığın da Allahʻın irade ve kudretinden bağımsız var olamayacağını vurgulamıştır. Allahʻın irade ve takdirinin insanın çabası ve yönelmesine göre tecelli ettiğini de hatırlatmıştır. Buna göre insanı hem bu dünyada hem de âhirette mutluluk ya da bedbahtlığa iten şey, aslında kendi yapıp ettikleridir.457 Ahmed b. Hanbelʻin Müsnedʻinde ve pek çok hadis eserinde yer alan bir rivayette de Hz. Peygamber İbn Abbâsʻa Allahʻı gözetmesini, yalnızca Oʻndan istemesini, bunu yaptığı takdirde Allahʻın kaderi dışında kimsenin ona fayda ve zarar veremeyeceğini beyan ederek benzer bir durumu vurgulamaktadır.458 Hz. Peygamberʻin, İbn Abbâsʻa Allahʻın koruması altına girebilmesinin, Allahʻın dini için çalışması neticesinde mümkün olacağını bildirmesi, insan iradesinin önemine bir vurgudur.
Tirmizî “Hz. Adem ile Hz. Musaʻnın tartışmaları” bâb başlığı altında mutlak kadere vurgu yapan şu rivayete “Hz. Ademʻin Musaʻya (as) gökleri ve yeri yaratmadan önce Allahʻın benim hakkımda yazdığı bir işi işledim diye beni niçin kınıyorsun?” yer vermesi459 kaderin varlığına, Allahʻın takdir yetkisine ve Oʻnun ezeli ilmine işaret etmektedir.460 “Tüm işler sonuçlarına göre değerlendirilir” konu başlığı ile de Tirmizî amele vurgu yapmaktadır. Çünkü bu başlık altında yer verdiği rivayette cehennemliklerin amelini işleyen bir kişinin tam cehenneme yaklaşmışken cennetliklerin yaptığı bir işi yapacağı ve böylece cennete gireceği anlatılmaktadır.461 Kazayı duanın değiştirebileceği ve iyiliğin de ömrü uzatabileceğine dair rivayet de kader dairesi içinde kulun iradesine atıf yapmaktadır.462 le
- Kader Konusunda Tartışmak
Tirmizî ilgili bölümün ilk konu başlığını kader konusunda tartışmaya ayırmış, bölümün son konusuna başlık koymamakla birlikte tercih ettiği rivayette de kaderin tartışılması meselesini işlemiştir. Koyduğu ilk başlık ve seçtiği ilk hadis bu mevzuda tartışmanın yasaklanmasına dairdir.463 Çünkü ehli-i hadise göre kadere iman net olarak farzdır. Hayrı ve şerriyle kulların fillerinin yaratıcısı Allahʻtır. Bunlar kullar yaratılmadan önce levh-i mahfuzda yazılmıştır. Kader Allahʻın sırlarından bir sırdır ve onu ne bir melek ne de bir peygamber bilebilir. Kader konusunda tartışmak ve akıl yoluyla onu araştırmak da kesinlikle caiz değildir.464 Tirmizîʻnin bu konu başlığı altında seçtiği rivayetlerde kader konusunda tartışma yapanların daha önce bu konuda tartışan toplumlar gibi helak olup gidecekleri465 ve yüzün koyun cehenneme girecekleri bildirilmektedir.466
- Kaderiyye